27 Kasım 2013 Çarşamba

Cüret Çözer !

Biz on yıllar boyunca eli silahlı bazı genç adamları ve genç kadınları övdük. On yıllar boyunca onların şiddetine şahit, şahadetlerine feci gözyaşları.
On yıllar boyunca çocuklarımıza isimlerini verdik. Dünyanın hangi atlasında böylesine politik çocuk isimler vardır acaba? Çocuk kulağına üflenen o isimlerin kuşaklar boyunca gözaltı tutanaklarından, mahkeme celplerinden eksik olmayan kayıtları.
Bir Taylan’dan binlerce Taylan’a, bir Meral Yakar’dan binlercesine, bir İnan’dan binlerle İnan’a, bir Deniz’den okyanuslara, Mahir’den Mahirlere. Bir Mazlum’dan bir Halk’a.

İsimler, şarkılar, ağıtlar. Mezar başlarında sıkılı yumruklar. Mezar başlarında öpülen soğuk mermer damarları. Camilerden, Cemevlerinden, Kiliselerden kaldırılan çocukların ardına dökülen sular, gül yaprakları, kara tülbentler. Tabutlar omuzlarda, keska-zeri-sor, kırmızı bazı yıldızlar, orakla çekicin kan kardeşliği.
Silahlanmış öksüzlüklerin, yırtık çocukluk fotoğraflarının, zindan kapılarına birikmiş kadınların uzun uzun sustuğudur. Uzun, çok uzun sustuğu için bir daha geri almayacağı sözler etmişlerdir. Silahlanmış merdiven silme sabahlarıdır. Silahlanmış güvercin bakma sevdasıdır. Silahlanmış erkek ve kadınların bıraktığı asalet illa ki cesaret! Geri alınamaz bir şiddet!
Bir kerecik bile olsa sinemaya gitmeden. Bir kerecik bile olsa yarin sıcacık-titreyen ellerini tutmadan, bir odası dahi olmadan, bir tınısı. Gözlerini kocaman açarak bize doğru bakan o ölüler! Ölüler silahlanmıştır. Mezarları yoktur onların, mezarları yoktur toprak usulca örtmüştür, kuşlar usulca örtmüştür, dallardan yapraklar aceleyle dökülüp usulca örtmüştür onları. Patikleri vardır. Anne mektupları, oysa o anneler okuma bilmezler ve katiyetle güzel susarlar.
İşte o bir kerecik hiçbir şeyi olmadan ölenlerin gün ağrısı bu şafakta kan rengine bürünen.
Kentlerin sokaklarında, dağ koyaklarında… Geçitlerde, su başlarında, yıkık mahallelerde soba önünde. Eline silah almakla, eline silahtan başka bir şey alamamakla mayası karılmış kadınlar, adamlar. Gencecik ölüyorlar.
Cüret ediliyor. Cüret ediliyor! Bir kanlı bahse can koyuluyor. Cüret ediliyor zindanlarda, cüret ediliyor sokak aralarında. Nasıl da şen!
Cüret çözer. Cüret çözer canlarım, canparelerim! Cüret çözer düğümü, yutkunamadığın sabahların ağrısını çözer. Zinciri çözer. Üzerine sinen korkuyu çözer. Cüret ki en donanımlı orduyu dahi dehşete düşürür. En çirkin yenilgiyi bile alır bir hatıra ve deneyim yapar. Yenilmekle öğrenir cüret. Cüret sevmekle mümkündür. Onları sevmekle! Onları, işte cüret edenleri. Ölenlerimizi, zindanda yatanlarımızı, sürgüne gidenlerimizi, yarasıyla kalanlarımızı sevmekle başlar cüret.
Cüret etmek övdüğün genç adamların ve kadınların elindeki o soğuk bilince dikkatli bakmakla başlar!Cüret barikatları, sınırları, tankları topları umursamayan ellerin gidip ölülerini sırtına alıp gelmesidir. Ölülerinin etini, kuru ekmeklerini, gerilla notlarını araziden toplamaktır, cüretin insanda bulduğu yanıt.  Omuzlarına vurup çocuklarını yürüyerek mayınlı araziden kahretmek ve taziyeye başlamaktır, cüret!
Korkunun duvarı aşılınca işte titrer, elindeki kırbaç tutan; şakıyan kırbacın sesine kulak asmayan o bakımsız çocuklar, o terli erkekler, o yaslı kadınlar.
‘Açlıkla terbiye eden’ devletin zorla beslemeye çalıştığıdır, cüretin etiği. Yoksul çocukların önüne yıkılan servetlerdir, cüretin telaşlandırdığı. Ölümle sınadığı o muhteşem hayat öğrencilerinin, ölümü kucaklarına almasıdır, cüretin düşmanı silahsız koyuşu.
Cüret düşmanı çözer, bizi birleştirir. Bizi biz yapan bazı şeyler var! Bizi biz kılan büyük bir macera var. Bin yıl sürmüş hatıra var. Bizi bizden yana kılan. İşte silahlananların bize bıraktığı burada başlar…
Günceldir elinde tetik izi bırakan paslı akşamlar. Hemen şimdiye dairdir öfkenin, sevincin karlı mevsimi. Şimdi bahar içine kırağı, birazdan çalar kapılar, birazdan mahkeme edilir çocuklar.
Cüretinle titrer dallar, dağlar, yoksulların alınlarına düşen kara yazılar.
Cüret Çözer!

 Evren Barış Yavuz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder