2 Kasım 2013 Cumartesi

BÖLGE ÇALIŞMASI -1

HER DEVRİMCİ HAREKET, BÖLGE ÇALIŞMASINI ÖNÜNE
" OLMAZSA OLMAZ" KOŞUL OLARAK KOYMALIDIR
Devrimcilerin hangi durumda hangi mücadele biçimine başvuracağı veya hangi kesime hangi araçlarla gideceği önceden bir reçete ile tanımlanamaz.  Bu nedenle devrimcilerin gittikleri çalışma alanında halkla hangi bağları nasıl geliştirecekleri, çeşitli araştırmalar ve önbilgiler neticesinde açığa çıkar. Ama genel anlamda söylemek gerekirse; çalışma tarzı, devrim anlayışı ve örgütlenme tarzı ile doğrudan ilintilidir. Bir devrimci hareketin nasıl bir çalışma tarzı uygulayacağını belirleyen, ülkenin somut koşullarıdır. Ülkedeki mevcut ekonomik ve siyasal yapı, egemen sınıfların egemenliklerini sürdürmedeki tercihleri, ülkedeki devrimin niteliği ve aşaması, mücadelenin gelişim düzeyi, devrimci hareketin örgütlenme düzeyi gibi etmenler, çalışma tarzını etkiler.
Daha önceki çalışmalarımızda da belirttiğimiz gibi devrimciler için çalışma alanı halkın olduğu her yerdir. Tabii ki öncelikler vardır/olacaktır. Ne var ki mesele "işçi sınıfına gitmek sorunu çözmek için yeterlidir" kolaycılığına sığdırılamayacak bir ustalık gerektiriyor. Lenin'in de belirttiği gibi devrimciler, işçi sınıfına bilgi götürmek için de olsa, "nüfusun bütün sınıfları arasına gitmek zorundadırlar". Bu bağlamda akla, en geniş kitle çalışması içinde en dar kadro çalışmasıgelmelidir. İşte bunun alanlarından biri de mahalli bölgelerdir.
İnsanlar, zamanının bir kısmını işyerinde, okulda, vb. yerlerde geçirirken, önemli bir kısmını da oturdukları bölgelerde geçirir. Öyleyse devrimci mücadelenin örgütlenmesi, işyerlerinden veya okullardan ibaret olmamalı, insanın zamanının büyük bir kısmının geçtiği mahalli bölgelerde de yürütülmelidir.
Mahalli bölgelerde çalışmaların sürdürülmesi çeşitli nedenlerle önemlidir. Eğer insanların sadece birkaç saatinin değil bütün zamanının geçtiği bir bölgede örgütlenme yapılıyorsa, orada egemen sınıfların kullandığı bir başka aracı etkisiz hale getirme şansı doğar. Görsel ya da yazılı medya ile toplumun yukardan aşağı şekillendirilmek istendiği koşullarda devrimciler, hayatın her alanında farklı düşüncelerini söyleyebilmeli, alternatif geliştirebilmelidir. Egemen sınıfların muazzam bir araç zenginliği eşliğinde yürüttüğü manipülasyon çalışmalarının önüne geçmek, kafaları da fethetmeyi amaçlayan yayılma ve egemenlik çabalarını boşa çıkarmak her devrimcinin görevidir. İşte bu görev, her an bir ideolojik çatışma halinde olmayı ve yukarıdan empoze edilmek istenen her fikri olguyu deşifre ederek karşıtını üretebilmeyi gerektiriyor. Bu da insanlardan, onların yaşam mekânlarından uzak durarak başarılamaz. Halkın bir gün toplanma ziline karşılık vererek alanlara koşacak olması fikri/beklentisi de doğru değildir. Bugün adım adım da olsa, doğru hedefler etrafında alanlara taşınmayan kitleler, mücadeleden uzak duran insanlar giderek mücadele ve itiraz refleksini yitirir ve istemese de sistemin devamını sağlayan dinamiklerin bir parçası haline gelir. Çünkü devrimciler hangi nedenle olursa olsun beklerken, halkla arasındaki mesafeyi kapatma çabalarını ertelemişken, egemen sınıflar hiç boş durmamakta ve insanların psikolojisini, doğal eğilimlerini biçimlendiren (gerçekte çarpıklaştıran) bir çabayı, yukarıdan aşağıya sistemli biçimde yürütmektedir.

Bugün konjonktürel dezavantajların da etkisiyle kimi yapılar, egemenlerin elindeki televizyon, gazete, radyo, vb araçların etkisini abartmakta ve ancak bunların dengi araçlara sahip olunması halinde karşılık verilebileceği, alternatif üretilebileceği, düşüncesiyle, mücadeleyi adeta bir bilinmeze erteleme yolunu seçmektedir. Gerçekte ise egemen sınıfların bu türden araçlara sahip olması yeni bir durum değildir. Ve sınıflar mücadelesi tarihi boyunca pek çok yerde ve biçimde bu araçların devrimci mücadele karşısında yenilgiye uğratıldığı, boşa çıkarıldığı görülmüştür. Eğer teknik imkan, araç açısından bir güç kıyaslaması yapılacak olursa, egemen sınıfların her zaman için bu türden araçlara devrimcilerden daha fazla sahip oldukları görülür. Ama bu, doğru sonuç veren bir kıyaslama değildir. Diğer bir ifadeyle, devrimciler, gücünü haklılığından alır ve araç seçimini buna göre yapar. Halka 24 saat propaganda ve yönlendirme yapan televizyonun alternatifi, gerektiğinde halkın yanında 24 saat olabilmektir. İnsanlar neredeyse orada olunmalı, mücadele ve örgütlenme çalışması orada yürütülmelidir. Devrimcilerin televizyon, radyo, vb araçları olsa dahi, bunlar, halkla bire bir ilişki kurmanın, halkın yanında olmanın alternatifi olarak görülmemeli; her devrimci hareket bölge çalışmasını, önüne olmazsa olmaz koşul olarak koymalıdır.
Alanlarda olmayan, mahalli bölgelerde, insanların yoğunlukla yaşadığı bölgelerde örgütlenme çalışması yapmayan hiçbir siyasi hareketin uzun vadede ayakta kalma koşulu yoktur. Ne kadar güçlü bir geçmişi ve dünden devraldığı bir halk sempatisi olursa olsun, alanlara çıkıp o sempatiyi örgütleyecek, geliştirecek araçlara sahip değilse, var olanı dahi uzun süre koruma şansı olmaz.
Devrimciler için bugün kaçınılmaz olarak gördüğümüz bölge çalışmasının başarısı, ona yüklenen anlamla ve yürütülüş biçimiyle doğrudan ilintilidir. Birincisi, bölge çalışmasında devrimciler, burjuva ideolojisinin karşıtı bir ideolojinin güncel politikaya yansıyış biçimini insanlara alternatif olarak sunabilmelidir. Burjuvazinin her türlü dayatmasının, önerme ve uygulamalarının alternatifi üretilebilmeli; gazetede okunan bir haberin, bir duyumun, bir kahvehane sohbetinin beyinleri çelmeleyen etkisinin önüne adım adım geçilirken, giderek kişinin kendi yolunu bulması, görmesi sağlanmalıdır.
İkincisi,  burjuvazi, genelde kapitalist üretim biçiminden de kaynaklanan nedenlerle insanı makine ile özdeşleştirerek yalnızlaştırmayı, birey olarak sadece kendi sınırlı tercihleri içersinde bir kısır döngüye sokmayı, toplumdan ve hatta aileden kopararak atomize etmeyi amaçlar. Dikkat edilirse bugün bir asgari ücretin hesaplanması bile bireye göre ele alınıyor ve aile olgusu dahi yok sayılıyor. İşte sistemin yukarıdan aşağı bombardıman ile insanları yalnızlaştırdığı; ekonomik ve kültürel bir kuşatma altına alıp direnme potansiyelini ve umudunu zayıf düşürdüğü  bu koşullarda, insanlara yalnız olmadıklarını hissettirmek; birbirine benzer sorunlarla yaşayan insanların ortak tavır alışında mücadelenin daha yüksek başarı şansının olduğunu kavratmak; yalnızlık duygusunu da atomize olma eğilimini de  ortadan kaldıracak; böylece hem bireyselleşmenin önüne geçilmiş hem de güçlü ve örgütlü bir duruş için zemin hazırlanmış olacaktır.
Üçüncüsü, mahalli bölgeler, insanların vakitlerinin büyük bir kısmını geçirdikleri, pek çok sorunla yüz yüze kaldıkları yerler olduğu için de en önemli örgütlenme alanlarından biridir. Özellikle varoşlar, yeni sömürge ülke olmanın sorunlarını birim düzeyinde yansıtan bir kesit sayılırlar. Ve orada çocuklardan ev kadınlarına, yarı-işsizlerden işsizlere kadar uzanan büyük bir potansiyel vardır. Özellikle işsizler, önümüzdeki süreçte en önemli toplumsal dinamiklerden biri olmaya adaydır. Üstelik bunlar okul, fabrika, vb yerlerde olmayan ve mutlaka yaşam alanlarında ulaşmak durumunda olduğumuz bir kesimdir. Bölgelerde örgütlenme yaparken hangi yöntemlere başvurulacağı ve gerekmesi halinde,siyasal kazanım öncesi ne türden ara örgütsel evrelerden geçilmesi gerektiği, çalışma yürüten yapının çalışma tarzıyla olduğu kadar, birimdeki öznelerin yaratıcılığı ile de ilintilidir.
Dördüncüsü, devrimciler çalışma yaptıkları her alanda muhatap kitlenin sorunlarını dikkate alıp, diyalog için bir vesile sayar ve elinden geliyorsa çözümünde yardımcı olur. Tabii işin bu boyutu genellikle tanımayı ve ilişki geliştirmeyi kolaylaştırır. Yoksa devrimci çalışmanın özü bu değildir. Okuldan demokratik kitle örgütüne kadar hemen her çalışma alanı örgütlü zemine yeni kazanımları amaçlasa da bu kazanımın bilinçlenerek olması önemli bir kıstastır. Özellikle mahalli bölgeler, devrimcilerin alternatif yaşam için somut göstergeler oluşturmasına uygun alanlardır. İçinden geçilmekte olan tarihsel kesitte sorunun bu boyutu özellikle önemlidir. Çünkü, yaşanan yanlış deneyimler ve yapılan yönlendirmeler sonucu halkın devrimcilere ve sosyalizme dair kanaatlerinde bir bozulma/aşınma oluşmuş ve bu bozulma, aradaki mesafeyi büyütmüştür. Bu bağlamda, sahip olunan içsel güzelliği dışavurmak, bire bir ilişkiye geçilen mahalli bölgelerde devrimcilerin önünü açacak ve çalışmalardaki başarı oranını büyütecektir.
Bugün mahalli bölgeler dahil, çeşitli çalışma alanlarında gündeme gelen sorunlara çözüm üretmekte rol alabilen ve her alanın kazanımlarını bir toplam oluşturacak şekilde yönlendirebilen siyasal bir iradenin eksikliği, kendini hiç olmadık denli hissettirmekte; bu eksiklik egemen çevreleri cesaretlendirirken, emekçilerin içinde bulunduğu örgütsüzlüğün  ve alternatifsizliğin aşılmasını geciktirmektedir. Demokratik kitle örgütlerinin etkinlikleriyle de aşılamayacak olan bu eksiklik, bağımsız siyasal çalışmanın önemini, bunun gereği olan örgütlenmelerin kaçınılmazlığını bir kez daha öne çıkarmakta ve hemen her çalışmanın beslemek zorunda olduğu temel siyasi görevin ne olması gerektiğini öğretmektedir.
Geçmişten bugüne uzanan birikimin de öngördüğü gibi, devrimci bir partinin (yolgösterici nitelikte yeterli bir örgütlülüğün) olmadığı koşullarda tüm çabalar böyle bir örgütlülüğün oluşmasına hizmet etmek durumundadır. Bugün solda adı konmuş tüm yapılara rağmen fiilen böyle bir eksiklik yaşanmakta ve sonuçta yeterli donanıma sahip devrimci bir parti (örgüt) olmadığı için, devrimci parti veya yapılar ya görevlerini demokratik kitle örgütlerine havale etmekte ya da fiilen böyle bir işlerlik doğmakta ve sonuçta; hem demokratik kitle örgütleri yanlış işletilmiş hem de devrimci bir yapının oluşumu için gerekli olan mücadele verilememiş olmaktadır. Bu objektif durumun tetiklediği sorunlardan biri de, halkla devrimciler arasında oluşan mesafeyi kapatmak ve kitlelerin sempatisini kazanmak için, kestirme yollar ve kolaycı yöntemler arama eğilimidir. Son zamanlarda bir devrimci yapının "yozlaşmaya karşı mücadele" adıyla yürüttüğü kampanya, böyle bir yöntem sorununu çeşitli açılardan dışa vurmaktadır.
BÖLGE ÇALIŞMASININ AMACI ORADAKİ İNSANLARIMÜCADELE ÖRGÜTLERİNİ YARATMAYA VE KENDİ TALEPLERİ İÇİN MÜCADELE ETMEYE TEŞVİK ETMEKTİR
Mücadelenin kazanım açısından gerilediği, örgütsel yapıların çeşitli açılardan zayıf düştüğü dönemlerin en belirgin özelliği, devrimci çalışmanın önüne amaç olarak konamayacak kimi hedefleri amaç haline getirmek ve dolayısıyla araç-amaç ilişkisini yanlış kurmaktır. Devrimciler kapitalizmi "insanlık öncesi son toplum biçimi" olarak tanımlar ve tüm kötülüklerin, anti-insan tüm dışavurumların kaynağı olarak görür. Bu nedenle de hedefine kapitalizmin yansımalarını değil bizzat kendisini koyar. Yani uyuşturucunun, kumarın, yalanın, fuhuşun, genel anlamda yozlaşmanın, sömürü ve baskının, mafyalaşma ve düşkünleşmenin sebebi kapitalizmdir. Devrimciler, bu sorunların değil kaynağının peşine düşer. Yanlış bir mücadele algılaması sebebiyle, kimi filmlerde de rastladığımız gibi bazı kişi veya yapılar "kötülerle mücadeleyi" önüne amaç olarak koymakta ve deyim yerindeyse, enerji ve imkanlarını, bataklığı kurutmaya değil, tek tek sineklerle mücadeleye harcayabilmektedir.
 Devrimciler geçmişte de çalışma yaptıkları bölgelerde karaborsa, kumar, uyuşturucu, vb. olgularla mücadele etmiş, faşistlerle çatışmaya girmiş; ama bunu, mücadelenin önündeki engelleri kaldırma bağlamında yapmıştır. Bugün de bir bölge çalışmasında mücadelenin önündeki engelleri temizlemek bir görevdir. Ancak salt birileriyle çatışmak için (buna egemen sınıflar da dahil) bölge çalışması yapılmaz. Benzer bir durum, "yozlaşmayla mücadele" için de geçerlidir. Bir bölgeye, "ben yozlaşmayla mücadele etmeye geldim" diyerek girilmez. Veya bu, mücadelenin amacı haline getirilemez. Kaldı ki  yozlaşma, doğrudan niyetle ilintili olan veya salt irade eksikliğinden kaynaklanan bir durum da değildir.  
Yozlaşma, emperyalist sömürü aracılığıyla yerel kültürlerin yok edildiği ve bütünlüklü biçimde burjuva kültürünün dahi oluşturulamadığı koşullarda ortaya çıkan bir kültürsüzlük toplamıdır. Yani hiçbir yerleşik kültürde bizim tanımladığımız tarzda yozlaşma yaşanmaz. Eğer bir yozlaşma varsa bu, değerlerin yozlaşmasıdır. Ortak kültürel değerlerin toplumda oluşmamasıdır. Ortak kültürel değer yoksa yozlaşma vardır ve bu gerçekte sistemin bir uzantısıdır; hatta sistemin bir biçimde bilinçli tercihidir.
Mevcut sistem, toplumun bütününün benimseyebileceği, öne çıkarabileceği ortak değerlerin yerleşmesini sağlayan bir nitelikte değildir. Çünkü böyle bir ortaklık, toplumu ortak tavır alışa yöneltir. Bu da emperyalizm ve egemen sınıflar için önemli bir handikaptır. Öyleyse çürüme/yozlaşma yukarıdan aşağı bilinçli bir şekilde tercih edilen, önü açık tutularak teşvik edilen bir politikadır. Özellikle yazılı ve görsel medya bu konuda önemli bir işlev yüklenmiştir. Kimi acılı örnekleri üçüncü sayfa haberi olarak yansıtmak, basını aklamamakta aksine o haberlerin veriliş biçimi bile yer yer teşvik edici olmaktadır. İşte bu çürüme, yukarıdan aşağıya örgütlenen bir süreçtir. Bunun verili koşullarını değiştirmeden, emperyalizmle girilen ilişkilerin niteliği, kültürel üst yapıda egemen sınıfların tavır alışları olduğu gibi dururken, bunun yaşamın çeşitli kesitlerinde yansıyan dışavurumlarına yönelmek, mücadele hedefi olarak bunları seçmek doğru değildir.
Bu arada mücadelenin önündeki engelleri kaldırmak için de olsa, devrimciler cezalandırmalara başvururken belirli bir etik ölçü içinde hareket etmek zorundadır. Örneğin, aşağıda bir bölümünü aktardığımız haber, bu konuda özenli olunmadığını gösteriyor.
"İstanbul Gazi semtinde, 13 Eylül akşamı, Cepheliler, kendi karısını satan ve evinde fuhuş yaptıran bir pezevengi ve karısını evlerinden alıp döverek cezalandırırken, fuhuş evini de dağıttılar. Gazi Mezarlık bölgesinde bulunan fuhuş evi dağıtılırken, ibret olması için karısını satan pezevenk ve karısı cezalandırıldıktan sonra caddeye atıldılar. Kadının saçları da kesildi. Caddede yapılan konuşmalarda Gazi'de fuhuş istenmediği ve buna izin verilmeyeceği belirtildi."
Devrimciler, kafalarında ne denli güzel/alternatif toplum modelleri olursa olsun, bugün yerleşik bir toplumda yaşadığını unutmamak ve belirli hassasiyetleri dikkate almak zorundadır. Daha da önemlisi devrimciler, seçtikleri ceza yöntemleriyle de sınıf düşmanlarından ayrılmak durumundadır. Bir kadının saçını kesip dövdükten sonra sokağa atmak onur kırıcıdır. Devrimciler, birilerine ceza verecekse, hedefledikleri toplum biçimine ve sahip oldukları değerlere yakışacak türden bir biçim bulmak zorundadır.  Diğer bir ifadeyle devrimciler, her gelişmeden olumlu bir sonuca varmayı amaçlamalı, cezalandırma dahi olumluluk çağrıştıracak bir biçimde verilebilmelidir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, yozlaşmış bireyler, kapitalizm bataklığının ürettiği bir çeşit sinek sayılır. Bu nedenle onlardan çok bataklıkla uğraşmak devrimcilere daha çok yakışır ve daha kalıcı sonuçlar almayı sağlar. Devletin ideolojik aygıtları aracılığıyla, çok kapsamlı ve sistematik biçimde geliştirdiği yozlaşma, ancak halkın içinde alternatif yaşam biçimi geliştirilerek önlenebilir. Halk, bilinçlendiği oranda yozlaşmanın her biçimine karşı direnci büyütür ve yozlaşma tohumlarının filiz vermeyeceği bir toprak haline gelir. Bunun dışında yozlaşmayı, fuhuşa, fuhuşu da bu işi tekil düzeyde sürdüren birkaç zavallıya indirgemek sonra da o zavallıları sistemin yöntemlerini çağrıştıracak şekilde cezalandırmak devrimci çalışma tarzının gerekleri olamaz/olmamalıdır.
Halkla ilişki kurmanın, daha kolay ve doğrudan sempati toplamanın da yolu bu değildir. Devrimcilerin kendilerini sevdirmesi, halkla kopmaz bağlar oluşturması çalışmanın sonucu ortaya çıkan kazanımlardır. Bu kazanımlara giden yol uzun ve zorludur. Öncelikle halkla barışık olunmalı ve değişimi amaçlayan çalışmanın özünü, "ceza"dan çok bilinçlendirme oluşturmalıdır.
Halka nasıl gidileceği, insanların nasıl kazanılacağı veya bir bölge çalışmasının nasıl yapılacağı konusunda evrensel bir tarz, tüm ülke ve koşullara uygun bir şablon yoktur. İnsanların tek sıkıntıları açlık değildir ve kimi sorunları sistemle ilişkilendirmek sanıldığı denli kolay değildir. Bu alana dair sorular her ülke devrimcisinin karşısına çeşitli konjonktürlerde çeşitli biçimlerde çıkar.
Aslında bölge çalışmalarında başvurulabilecek taktikler konusunda genelde dünya özelde ülkemiz devrimci pratiği zengin bir deneyim sunmuştur. Önemli olan bu deneyimleri uygun bir süzgeçten geçirerek doğru yer ve zamanda değerlendirebilmektir.  
 Devrimci Hareket Dergisi     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder