5 Kasım 2013 Salı

BÖLGE ÇALIŞMASI -2-

HALKIN HAREKET ALANLARINI DARALTAN VE SOLUK ALMA KANALLARINI TIKAYAN BASKI VE UYGULAMALAR HALKA GİTMEMENİN GEREKÇESİ OLMAMALIDIR
Bugün konjonktürel dezavantajların yanında yasaların, cezai yaptırımların ve hapishane koşullarınınbüyütülmüş bir tehdit halinde halkın karşısına çıkarılması, devrimcilerin işini zorlaştırıyor olsa da bu, kitleler içinde çalışmamanın veya kalıcılaşmış başarısızlığın gerekçesi haline getirilmemelidir. Ülkemizde halkın da devrimcilerin de zor koşullardan geçtiği doğrudur. Ne var ki bu salt Türkiye'ye ve içinden geçtiğimiz döneme özgü bir durum değildir. Egemenlerin her dönem ve her coğrafyada birbirinden öğrendiği, birbirine tecrübe aktardığı bilinir. Bu nedenle de baskı ve zor uygulamaları da benzerdir. Bu benzerlikten egemenler nasıl öğreniyorsa, devrimciler de direnç örneklerinden öğrenmeli ve kendi koşullarının mücadele dilini geliştirebilmelidir.                          
Koşullar ne denli zor olursa olsun, halka ulaşmanın ve güven ilişkisini adım adım örmenin olanakları yaratılabilir. Hiçbir koşulda, halkla devrimciler arasındaki iletişim "sıfır" noktasına çekilemez. Bu konuda dünya devrimci pratiği bağrında öğretici pek çok deneyim taşır. Örneğin, Vietnam pratiği bu konuda oldukça öğreticidir.
1954 sonrasında, özellikle 1954-59 döneminde, Diem polisi, Fransızlara karşı girişilen direnişe katılan hemen herkesi dosyalamış ve etkisizleştirme yoluna girmiştir. Hele ki 1956'da Diem, referandum yaparak ülkenin başına geçince şiddet daha da arttı. Mayıs 1959'da çıkarılan 10/59 kanununa göre, "devlete karşı suç işlemeye" niyetli olanlar bile ölüm veya müebbet hapis cezasına çarptırılacaktı. Direnişçilerle en ufak bir ilişkide, bir sempati belirtisinde bile 10/59 kanunu uygulanıyordu. Bu durum, halka zarar gelebileceği kaygısıyla da ilişki kurmayı güçleştirdi.
Dağa ilk çekilenler, uzun bir süre sadece "hayatta kalabilme" çabası verdiler. Stratejik köylerin dışına çıkıp kendilerine yiyecek getirecek olan köylü, ölümü göze almış demekti. Buna rağmen yardım ediliyordu.
Stratejik köylerde herkes, bir yabancı gördüğünde saldırmak ve onu bağlamak için sopa, ip ve fener taşımak zorundaydı. Çan çalarak veya tahtaları birbirine vurup "Vietkong" diye bağırmalı ve herkes ellerindeki meşale ile "Vietkong"u yakalamak için harekete geçmeliydi. Direnişçiler, kendilerinden birinin görülmesi halinde halkın bu kuralı nasıl uygular gibi yaptığını, şu şekilde anlatırlar:
"İçimizden birisi görüldüğünde, genellikle yaparlardı bunu. Ancak, değişmez bir şekilde birbirlerinin üzerine düşer, beşi-on'u birden bağırmaya başlarlardı. ‘Bu yöne gitti...Hayır şu yana..!' gerçek hariç her yana koşuyorlardı. Ancak, 1957'den 1959'a dek geçen yıllar Diem'in polis ağından kurtulan kadrolar için bile zor yıllardı. Yalnızca ayakta kalmayı becerebiliyor, devrim için pek bir şey yapamıyorduk. Yukarıdaki politik çizginin (Kuzey Vietnam'daki-çn) ne olduğunu bilmek çok güçtü ve ilişki kurmak için akıl almaz zorluklara katlandığımız gibi halka da açık seçik bir yol göstericilik yapamıyorduk." (Vietnam Kazanacak, sf 32)
Yoğun baskı ve takip koşulları sadece halkı değil, devrimcileri de etkiler. Özellikle, halka ulaşma ve orada bir politik taban oluşturma işinin adeta olanaksızlaştığını düşünenler olur. Hatta bu bazen, yanlış bir mücadele hattının izlenmesine sebep olur.
Devrimcilerin, kitlelere ulaşmak için hazır ve her koşula uygun reçeteleri yok ise de, kitlelere güvenmek gerektiği bilinmeli ve maddi zeminin (açlık, yoksulluk, baskı, v.s.) oluşturduğu potansiyelin varlığı dikkate alınarak hareket edilmelidir. Aksi takdirde, rejimin manevraları ve kitlelerde yansıyan kimi görüntüler, yanıltıcı etki yaratır.
"1959'un sonlarına doğru eski direniş liderleri bir araya gelip, silahlı mücadeleyi başlatmaya karar verdikleri zaman, görevimiz köylerde taban oluşturmaya çalışmaktı. Bunun, tüm baskı ve anti-Vietkong şartlandırmalarından sonra çok güç olacağını düşünmüştük. Fakat, gerçekte çok sıcak karşılandık. Halk bizi çoktan beri özlemişti. Katlandıkları eziyet muazzamdı. Ve biz geri gelene dek, hiçbir çıkış noktaları, hiçbir umut ışıkları yoktu. İlk önceleri, yavaş yavaş, şurda burada konuşabildiğimiz kişilere çizgimizi açıkladık. İki kişinin, hatta kardeşlerin bile bir araya gelip konuşması yasaklanmıştı. Bu koşullar altında, işimiz, uzun zaman ve sabır gerektiriyordu. Buna rağmen bir iki ilişki kurarak, geceleri hareket ediyor, birkaç slogan yazıp, elle yazılmış bildiriler dağıtarak her şeyden önce halkın varlığımızdan haberdar olmasına çalışıyorduk." (age, sf33)
1961'de NLF'nin kurulmasından sonra silahlı eylemde bir artış gözlendi. Eylem sonrasında sembol olarak bırakılan bayraklar, açıklayıcı bildiriler, halkı da umutlandırdı. Nguyen Mau, bu durumu "Ancak o zaman herkes anlamıştı ki, daha önceki çizgimiz olan barışçıl-politik mücadele ile hiçbir yere gidemeyecektik." diye ifade eder. Aslında burada yapılmak istenen şey, halkla direnişçileri buluşturma yollarını çoğaltmaktı. Bunun için çeşitli araçlar kullanıldı. Düşman ordusuna katılmak istemeyen gençleri NLF'ye almak ve ailelerinin misillemeye uğramasını önlemek için, köylere bir çeşit "gösteri saldırısı" yapıp, gönüllü olanlar götürülürdü. Halktan gelen taleplere göre de muhbirler ya tehdit ediliyor ya da cezalandırılıyordu.
Halk, hareket serbestisi kazanmak için, kimi kurumların oluşturduğu avantajlardan yararlanıyordu. İki kişinin bile bir araya gelmesi suç sayıldığı için, farklı yöntemlerle bir araya geliş koşulları zorlandı. Örneğin, bunun için "cenaze derneği", "domuz kesme derneği" kuruldu ve bir araya gelişlere olağan görüntüler verildi. Tabii bunu bile önlemeye çalışan polisin gülünç duruma düşmesi de bir avantajdı.
Dizginlerinden boşalmış bir terörle halkı sindirmeye çalışan bir diktatörlük karşısında, NLF'nin halkı gözeten tutumu, aradaki ilişkileri daha da sıcak kılıyordu. Anne ve babalar önce oğullarını NLF'ye teslim ediyor; sonra da otoritelere "oğullarımız ormana ağaç kesmeye gidip bir daha geri dönmediler. Belki vietkong askerleri onları kaçırmıştır. Gidip oğullarımızı bulun, ya da belki siz onları hükümet ordusuna yazdırmışsınızdır. Her ne ise, onları geri istiyoruz." (age, sf 34) diyerek hem kendilerine yönelecek saldırıyı bertaraf ediyor hem de bazen bu gerekçeyle, stratejik köylerin dışına çıkıp protesto yürüyüşü yapıyorlardı.
Tüm demagojik söylemlere rağmen, halkın bir "Vietkong askeri"ni bir "Diem askeri"nden ayırması güç olmuyordu. Kendiliğinden yaşanan gelişmeler bile, çoğu kez Vietkong'ların bıraktığı olumlu imajı güçlendirme işlevi görebiliyordu. Gerçekte yaşam, bir çeşit fiili "karakter çözümlemesi" yaptığı için, kimin dostça, kimin düşmanca bir duruş içerisinde olduğunu ele verecek yeterlilikte veri sunuyordu.
YENİ SÖMÜRGE ÜLKE DEVRİMCİLERİNİN EN ÖNEMLİ GÖREVLERİNDEN BİRİ DE HALKIN SEMT ÖRGÜTLÜLÜĞÜNÜ GELİŞTİRMEKTİR
            Bağımlı kapitalist ülkelerde, büyük kentlerin yoksul semtleri, bağrında topladığı nüfusun çelişmelerini de depolar. Ve başkaldırıya en müsait alanı oluşturur. Gecekondu biçiminde de varlık gösteren bu semtler, yeni sömürge ülke gerçekliğinin işaret ettiği çelişmeleri bağrında taşıyan bir kesit/numune gibidir. Nikaragua deneyimi hatırlanacak olursa, devrimde önemli bir rol oynayan kentteki ayaklanmaların dayandığı asli dinamik bu türden örgütlenmelerdir.
            Hem yaşamsal zorunlulukları karşılayabilme hem de örgütlenebilme imkanları açısından yaşanan yoksunluklar ve karşılaşılan engeller, mücadele araç ve yöntemlerinde klasik biçimleri aşan bir zenginliği beraberinde getirmiştir. Aynı zamanda sorunların, semt sakinlerinin bütününü kapsayan yol, su, elektrik, konut ve benzerini de içermesi katılımı en yüksek düzeyde tutarken; mücadele tarzlarında zenginliği ve katılımda demokrasinin çapını büyütmüştür. Bu tür örgütlenmeler geliştirilebilir ve doğru bir organizasyon tarafından yönlendirilebilirse; çatışmaların şiddetlendiği dönemlerde, gerek sahip olacağı kitlesel katılım avantajları gerekse illegal kadroları izole edebilme özelliği ile tayin edici bir öneme sahip olacaktır.
            Gecekondu bölgelerinde kadınların günlük yaşam içerisinde üstlendiği rol, ailenin yeniden üretiminden semtin şu veya bu sorununa kadar uzanır. Bu uğraş alanı kadınları doğal bir dayanışmaya ve sorunlara hakim bir seviyeye taşır. Hatta denilebilir ki, kadınlar, mevcut sorunların günlük yaşama aksediş biçimini ve şiddetini de daha iyi algılayabilme koşuluna sahiptir. Bu nedenle aslında, verdikleri her çaba bağrında direnme tohumları taşır. Bu gerçekliği dikkate alabilen bir devrimci hareketin, alışılmışın dışında imkanlarla buluşması pekala mümkün olacaktır. Sözünü ettiğimiz bu ilişkileri ve içerdiği potansiyeli dikkate almayarak, gerçek çelişmelerin/çatışmaların üretim alanlarında yoğunlaşacağı biçimindeki fikri arkasına alarak tüm olanaklarını fabrikalara yöneltenler, neleri ıskalamakta olduklarını ancak pratiğin akışı içerisinde kavrayabilecektir. Ve ne yazık ki bunun envanterini çıkarmak, kavga öncesinde olası değildir.
            KİTLELERİN BİLEŞİMİ HOMOJEN DEĞİLDİR
            Yaşamın her alanında az gelişmişliğin izlerine rastlanan ve egemen ideolojik araçların etkisinin yoğun biçimde hissedildiği ülkelerde kitlelerin büyük çoğunluğunun düşük bir bilinç seviyesine sahip olması ve toplumsal olaylar karşısında göreli bir duyarsızlık durumu yaşaması doğaldır. Varolan duruma karşı bir memnuniyetsizlik söz konusu olsa da, kaderini zorlayarak risk hamleleri yerine kanaatkarlık tercih edilir. İşte bu genel görüntü,  farklı toplumsal kesimlere göre değişmekte ve homojen olmayan bir tablo ortaya çıkmaktadır.
            Örgütlenme çalışmalarının aldığı karşılık da bir hayli çeşitlidir. Örgütlü yaşama geçiş süreçleri genellikle yavaş işler ve niteliğin yanında nicelik de ciddi farklılıklar gösterir. Örneğin bir meslek odası ile sendikanın ve bir devrimci kitle örgütünün çatısı altında toplayacağı nicelik, farklılık gösterir. Aynı şekilde, eyleme katılım çağrısı da eylemin niteliğine göre değişim gösteren bir karşılık bulur.
            Ülkeye göre değişen bu verileri hesaba katan devrimci hareketler, kitlelerin motivasyonunu da dikkate alır. Nelerin kimi hangi ölçülerde harekete geçirebildiği, devrimcilerin bilmesinde yarar olan bir durumdur. Çeşitli toplumsal kesimlerin rejimle çelişmelerini tanımlayan talepleri, motivasyon öğesi ile beraber dikkate alan bir devrimci organizasyon, kitle hareketlerini hızlandırma ve radikal bir nitelik kazandırma konusunda etkili olabilir.
            Zaten devrimcilere verilen desteğin salt insan sayısı ile ölçülmesi doğru değildir. Ülkenin genel koşullarından lokal özelliklere kadar pek çok faktör niceliğin üzerinde etkili olur. Örneğin, "Somut işçi sınıfı örneğini ele alalım. Göreli, demokratik bir ortamda, grev ve iş bırakmaların sayısı, bunların legal ya da illegal oluşları, bu grevlerin sonucunda yaşanan çatışma türleri, elde edilen başarılar işçilerin ruh hali hakkında fikir verici olabilirler. Ama ekonomik bunalım döneminde, iş bulmak gerçek bir ayrıcalık iken ve iş yerlerindeki en küçük başkaldırı belirtisi bile işten atılmayla cezalandırılırken, işçi sınıfını iş merkezlerinde harekete geçirmek zordur." (Marta Harnecker, Latin Amerika Solu Kendini Sorguluyor, sf 83)
            Elbette bu zorluklar, uygun çözümlerin de üretilmesini beraberinde getirecek ve örgütlülüğe farklı biçimler kazandırma ihtiyacı doğacaktır. Açık çalışma alanlarının hedef haline geldiği şiddetli çatışma koşullarında, illegal kanallara akış artar ve uygun düzenlemeler gündeme gelir. Böyle durumlarda bir işçi, mahallelerde gizlilik içerisinde süren bir ilişkiyi fabrikada kurulacak bir ilişkiye tercih edebilir. Bu tür gelişmeler bir "kaçış" olarak değerlendirilmemelidir. Dünyanın pek çok yerinde yaşanan zorluklar devrimcileri bu türden düzenlemelere yöneltmiştir.
            "Sandinistaların durumu buna bir örnektir. Komutan Jaime Wheelock sendikalarla bağlantı kurmakta ‘inanılmaz güçlükler' yaşadıklarını anlatmıştı. İşçiler, çalıştıkları işlerden atılacakları korkusuyla, sendikalar ya da fabrikalar kanalıyla politik etkinliklere katılmaya korkuyorlardı. Onları semtlerinde örgütlemek daha kolaydı. Birçok işçi silahlı bir örgütte gizli militanlık yapmayı, politik ya da yalnızca sendikal etkinliklere katılmaya tercih ediyordu. (...) Devrimci halk komandoları ya da savaş tugayları böyle oluştu; bu örgütlere semtlerinde gizlice bomba koyan ama iş merkezlerinde eylem yapmayan işçiler katılıyordu: çünkü iş merkezlerinde elinde propaganda malzemesiyle yakalanan herkes ölüm cezasına çarptırılıyordu. Ne düzeyde bir baskı yaşandığını düşünün! Özetle, biz yalnız üretim merkezlerinde değil, semtlerde de çalışıyorduk. Semtlerde işçiyi tüm ailesiyle birlikte örgütlüyorduk. Bu aileden yola çıkıp, köylü ve ataerkil kökenleri henüz yaşayan bir toplumda çok önemli olan kan bağlarına, aile ilişkilerine, dostluklara, duygusal yakınlıklara dayanarak başka bir aileye ulaşıyorduk. Ve semtten yola çıkarak, endüstriye yönelik bir çalışma gerçekleştirmiş oluyorduk." (age, sf 83-84)
            Aslında bu tür örnekler, kafalarda fabrika tabusu yaratan ve bunun dışındaki her çalışmaya kuşku ile bakan çalışma tarzının içerdiği tek yanlılığa işaret etmek açısından son derece önemlidir. Eğer örgütün bütün zorunlu istikamet levhaları fabrikaları gösteriyorsa, yukarıdaki gibi bir örnek karşısında bocalama yaşanacak ve büyük olasılıkla ortaya, edilgen/hareketsiz bir duruş çıkacaktır. Her şeyi fabrikaya göre düzenleyen bir örgütlenmenin, en azından, manevra sorunu olacak ve alternatif geliştirmekte sıkıntı çekecektir.
            Son yıllarda, işsizliğin artması ve işsiz kitlenin çalışanlar üzerinde bir tehdit olarak kullanılması da sınıf üzerinde olumsuz bir etki yaratmıştır. Dünya ölçeğinde, sınıf örgütlülüğünü zayıflatıcı düzenlemelerin yanında, sahip olunan hakları dahi gaspa yönelik saldırıların artması mücadeleyi daha zorlu kılmaktadır. Özellikle örgütlülüğün zayıf olduğu yerlerde, sırf sendikaya girdi diye işçilerin işten atılabilmesi, bir örgütlü duruş yaratmayı oldukça güçleştiriyor.
            Var olan sistemin devamından yana eğilim gösteren edilgen kitlelerin varlığı, sistemin devamlılığını sağlamak açısından önemli bir güvencedir. Kitlelerin fiili desteği konusunda sabırsız olunmamasında yarar vardır. Savaşın yoğunlaştığı ve kitlesel biçimler aldığı aşamalarda bile, dolaylı destekle yetinen ve doğrudan bir çatışmaya girmekten kaçınan kitleler çoğunlukta olacaktır. Halkın, savaşa doğrudan katılmayan ama devrimci savaşçılara destek veren bir eğilim içerisinde bulunması genellikle karşılaşılan, doğal bir durumdur. Bu nedenle, gecikmiş veya fiili katılım biçimini almamış destekler; ne harekete ne de halka yönelik olarak negatif değerlendirmelere sebep olmamalıdır.
Bilinir ki insanlardan yapabileceklerinin ötesinde etkinlik istemek; onları başaramayacakları sınavlara sokmak, çalışmayı başarısız, verimsiz kılar. Gidilen bölgelerde, halk içinde yapılan çalışmalarda; doğrudan düzen karşıtlığı, antifaşizm, devrimcilik beklemek kolaycılıktır. Değerlerimizi, birikimimizi bir torbaya doldurup halkın önüne döktüğümüzde onları ürkütür veya anlamalarını güçleştiririz. Kimi kazanımlar için acele etmemek, sabırlı olmak her çalışmada gözetilmesi gereken bir nitelik olmalıdır.
Şili'ye doktor olarak giden, Pinochet döneminin zorbalılarına tanıklık eden Dr. Sheila Cassidy, süreç içinde geçirdiği değişimi şu cümlelerle ifade eder:
"Eğer 1966'da birisi bana, 10 yıl sonra o an için hiç bilmediğim bir ülkede, Kuzey Amerikalı rahibelerin işlettiği bir manastırda, kendi aletlerimi kullanarak, bacağından vurulmuş bir marksisti ameliyat edeceğimi söyleseydi, ona deli muamelesi yapardım." (İnanıyorum ki Biz Kazanacağız, S: 34) Bu nedenle, kitlelerle temenni edilen türde bir iletişim için acele edilmemeli, sabırlı davranılmalı ve ihtiyaç duyulan emekten kaçınılmadan çalışma yapılmalıdır.

Devrimci Hareket Dergisi Sayı:23

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder