27 Kasım 2013 Çarşamba

Cüret Çözer !

Biz on yıllar boyunca eli silahlı bazı genç adamları ve genç kadınları övdük. On yıllar boyunca onların şiddetine şahit, şahadetlerine feci gözyaşları.
On yıllar boyunca çocuklarımıza isimlerini verdik. Dünyanın hangi atlasında böylesine politik çocuk isimler vardır acaba? Çocuk kulağına üflenen o isimlerin kuşaklar boyunca gözaltı tutanaklarından, mahkeme celplerinden eksik olmayan kayıtları.
Bir Taylan’dan binlerce Taylan’a, bir Meral Yakar’dan binlercesine, bir İnan’dan binlerle İnan’a, bir Deniz’den okyanuslara, Mahir’den Mahirlere. Bir Mazlum’dan bir Halk’a.

6 Kasım 2013 Çarşamba

Mahir ÇayanKESİNTİSİZ DEVRİM II-III

GİRİŞ


 
      Bilindiği gibi Türkiye Solu'nda uzun yıllar revizyonizm, pratiğe ışık tutmayan entellektüel tahlilleri, kuyrukçu çalışma tarzı ve iğrenç ilişkileri ile etkin ve yönlendirici unsur olmuştur.
      1961 Anayasası'nın oluşturduğu sınırlı demokratik haklar, bu akıma hiçbir tarihsel dönemde olmayan maddi bir ortam yaratmıştır.
      Devrimci hareket, devrimci-milliyetçi bir rotanın peşine takılarak, onun himayesinde entellektüel planda yıllar önce sosyalizmin ustaları tarafından yazılmış, çizilmiş ve her biri, belli bir devrimci pratiğin ürünü olan siyasi tahliller, yerli "teorisyenler" tarafından adaptasyonlarla, teori yeniden keşfedildi (!). Yıllar ülkedeki devrimci mücadeleye ilişkin "nereden ve nasıl başlanmalıdır?" sorusuna açıklık getirecek somuta ilişkin hiçbir şey yazılmadan geçti. Kitap ve broşür çıkarma (ticaretle karışık) başlı başına bir eylem haline geldi.
      Yetişen genç devrimci kuşaklar da bu ortamda, bu ortamın ilişkileri içinde sosyalist gıdalarını aldılar.
      Ülkede belki hiçbir sömürge ülkede olmayan çok enteresan bir durum ortaya çıktı. Korkunç bir seviyede (!) (aslında yıllar önce ustalarca yapılmış olan) teorik polemikler, ideolojik spekülasyonlar solu kırıp geçirirken, pratik ise üç-beş üniversitelinin, küçük-burjuva anlamda yaptığı gençlik eylemleri olarak kalıyordu.
      Revizyonist anlayışla, Amerikalar yeniden keşfediliyor, üç aşağı-beş yukarı, belli bir seviyede olan herkesin kabaca doğru olarak değerlendirebileceği, ülkenin tarihsel şartlarının içine "lider teorisyen kadrolar" balıklama dalıyorlar. Kademe kademe önce, Osmanlı İmparatorluğu'nda Asya tipi üretim tarzı mı yoksa feodal üretim tarzı mı egemendi, arkasından da 1960'ların Türkiye'sinde feodalizm mi yoksa, kapitalist ilişkiler mi egemendir, yoksa var olan üretim ilişkileri kapitalize ilişkiler midir? tartışmaları solu kaplıyordu.
      Feodalizm egemendir, kapitalizm egemendir tefrikalarının yayınlandığı dergiler etrafında fraksiyonlar savaşı en şiddeti ile yıllar boyu sürdü. Revizyonizm, oportünizm suçlamaları ortalığı kırıp geçirdi. Her çıkan dergi, birer "ciddi" hareketin temsilcisi iddiası içinde sosyalist blok içindeki şu veya bu devlete karşı politik tavırlarından, Osman Gazi'den itibaren üretim ilişkilerinin gelişme sürecine ilişkin görüşlerini, ilk sayılarında 80-100 (hızını alamayan daha da fazla) sayfalık broşürlerle ortaya koyuyorlardı. (Aslında hepsinin değerlendirmesi de, terminoloji ve nüans farkları hariç, öz bakımından üç aşağı beş yukarı aynıydı.) Genellikle soldaki samimi unsurlar da, bu havaya göre şartlanmışlardı. Sürekli olarak herkes, hergün dergilerde ve her yeni ayrılıkta yeni bir Amerika'nın keşfini bekliyordu. Oysa, dünyanın hiçbir ülkesinde devrim hareketi, önce teorik planda binlerce sayfalık yazıları yazıp, sonra da pratiğe geçmemişti. Ulemaların yazıları arasında artık samimi unsurlar ne yapacaklarını şaşırmışlardı. [1]
      İşte biz bu hava içinde, biraz da bu havanın etkisinde kalarak doğru çizgiyi, ayaklarımız bu bataklıkta olduğu için ağır ağır yürüyerek bulduk. Aynı yavaşlıkla da pratiğe geçtik. (Teoriyi devrim yapmak için okuduk, öğrendik. Ancak bu ulema olduk anlamında yorumlanmamalıdır. Biz sosyalizmin öğrencileriyiz. Ve bu öğrencilik hayatımız boyunca devam edecektir.)
      Bu gerçeği de Kurtuluş'un birinci sayısında şu şekilde ortaya koymuştuk:
          "Bu hareket, revizyonizmin uzun yıllar etkinliğini sürdürdüğü bir ortamda filizlenip gelişmiştir. Dolayısıyla revizyonizmin (pasifizmin) kalıntılarını da içinde belli bir süre taşıyacaktır. Bu kalıntılar savaş içinde, savaşa savaşa atılacaktır."
      (Metin elimizde olmadığı için kelime kelime aynen değil de, hatırlayabildiğimiz şekilde yazdık). [*]
      Yine o sayıda bundan böyle yazılacak olan teorik yazıların kısa, öz ve açık yazılar olacağını ve teorik değerlendirmelerin masa başında değil de, pratikten çıkan zengin deney ve tecrübelerin, Marksizm-Leninizm kılavuzluğunda yoğrulacağını belirtmiştik.
      Şu anda, daha önce genel hatları belirtilmiş olan partimizin ideolojik-politik-örgütsel-stratejik ilkelerini ortaya koyarken hareket noktamız bu devrimci tespit noktası olacaktır.
      Bu ilkelerimizi, bir sürü genel doğrularla, Marksizmin lafızları arasında yüzlerce sayfalık metinlerle ortaya koymak, takdir edileceği gibi pekala mümkündür. Ve pekala mümkündür sözde pratiğe ışık tutacak, bir sürü masa başı ahkamlar kesmek.
      Ama hayır! Partimizin bünyesinde bu tip entellektüel tahlillere yer yoktur. Dilimiz, terminolojimiz ve tahlillerimiz genel olarak dünya devrimci pratiğinin, özel olarak da pratiğimizin ürünü olmalıdır.
      Genel çizgimize ilişkin sorunlarımızı en açık, öz ve direkt pratiğimize ışık tutacak şekilde ele almalıyız.
      Partimiz, diyalektik ve tarihi materyalizmin ilkeleri üzerine kurulmuş Leninist bir partidir.
      Partimiz Marksizm-Leninizm kılavuzluğu altında, emperyalizmin III. bunalım döneminin çelişki ve ilişkileri ile, bu çelişki ve ilişkilerin Türkiye'ye yansımasının (ülkemizin tarihi, sosyal, politik, ekonomik, psikolojik niteliklerinin) devrimci tespitinden hareketle Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ni, devrim stratejisi olarak saptamıştır.
      Bu stratejik çizgi, kır ve şehiri, silahlı propaganda ve öteki politik kitlevi mücadele biçimlerini diyalektik bir bütün olarak ele alan çizgidir.
      Bilindiği gibi, gerilla savaşı kavramı, kavram olarak tek başına nitelik belirleyici değildir.
      Merkezi otoriteye karşı mahalli mütegallibe de, düzenli birlikleri yenilmiş bir ordu da düşmanına karşı gerilla savaşı yürütebilir. Gerilla savaşının devrimci politik amaçlarla, siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının bir aracı olarak yürütülmesine, yani politik kitle mücadelesi olarak ele alınmasına Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi denir. Politikleşmiş askeri savaş stratejik çizgisinin teorik kaynakları, hareket çizgisi, somut durumların somut tahlilindedir. Yani genel olarak emperyalizmin III. bunalım döneminin ayırtedici niteliklerinde, özel olarak bu çelişki ve özelliklerin Türkiye şartlarına yansımasında yatmaktadır.
      Devrim stratejisini bu şekilde saptayan bir örgütün örgütsel ilkesi de, bu Leninist çizginin örgütsel ilkesi olan, politik ve askeri liderliğin birliği ilkesidir.
      Bu teorik temelleri kısa ve öz olarak açıklamadan önce, Marksist-Leninist teoriye ilişkin bazı ön açıklamaların, meselenin somutlaşması açısından faydalı olacağı kanısındayız.

5 Kasım 2013 Salı

BÖLGE ÇALIŞMASI -2-

HALKIN HAREKET ALANLARINI DARALTAN VE SOLUK ALMA KANALLARINI TIKAYAN BASKI VE UYGULAMALAR HALKA GİTMEMENİN GEREKÇESİ OLMAMALIDIR
Bugün konjonktürel dezavantajların yanında yasaların, cezai yaptırımların ve hapishane koşullarınınbüyütülmüş bir tehdit halinde halkın karşısına çıkarılması, devrimcilerin işini zorlaştırıyor olsa da bu, kitleler içinde çalışmamanın veya kalıcılaşmış başarısızlığın gerekçesi haline getirilmemelidir. Ülkemizde halkın da devrimcilerin de zor koşullardan geçtiği doğrudur. Ne var ki bu salt Türkiye'ye ve içinden geçtiğimiz döneme özgü bir durum değildir. Egemenlerin her dönem ve her coğrafyada birbirinden öğrendiği, birbirine tecrübe aktardığı bilinir. Bu nedenle de baskı ve zor uygulamaları da benzerdir. Bu benzerlikten egemenler nasıl öğreniyorsa, devrimciler de direnç örneklerinden öğrenmeli ve kendi koşullarının mücadele dilini geliştirebilmelidir.                          
Koşullar ne denli zor olursa olsun, halka ulaşmanın ve güven ilişkisini adım adım örmenin olanakları yaratılabilir. Hiçbir koşulda, halkla devrimciler arasındaki iletişim "sıfır" noktasına çekilemez. Bu konuda dünya devrimci pratiği bağrında öğretici pek çok deneyim taşır. Örneğin, Vietnam pratiği bu konuda oldukça öğreticidir.
1954 sonrasında, özellikle 1954-59 döneminde, Diem polisi, Fransızlara karşı girişilen direnişe katılan hemen herkesi dosyalamış ve etkisizleştirme yoluna girmiştir. Hele ki 1956'da Diem, referandum yaparak ülkenin başına geçince şiddet daha da arttı. Mayıs 1959'da çıkarılan 10/59 kanununa göre, "devlete karşı suç işlemeye" niyetli olanlar bile ölüm veya müebbet hapis cezasına çarptırılacaktı. Direnişçilerle en ufak bir ilişkide, bir sempati belirtisinde bile 10/59 kanunu uygulanıyordu. Bu durum, halka zarar gelebileceği kaygısıyla da ilişki kurmayı güçleştirdi.
Dağa ilk çekilenler, uzun bir süre sadece "hayatta kalabilme" çabası verdiler. Stratejik köylerin dışına çıkıp kendilerine yiyecek getirecek olan köylü, ölümü göze almış demekti. Buna rağmen yardım ediliyordu.
Stratejik köylerde herkes, bir yabancı gördüğünde saldırmak ve onu bağlamak için sopa, ip ve fener taşımak zorundaydı. Çan çalarak veya tahtaları birbirine vurup "Vietkong" diye bağırmalı ve herkes ellerindeki meşale ile "Vietkong"u yakalamak için harekete geçmeliydi. Direnişçiler, kendilerinden birinin görülmesi halinde halkın bu kuralı nasıl uygular gibi yaptığını, şu şekilde anlatırlar:

2 Kasım 2013 Cumartesi

BÖLGE ÇALIŞMASI -1

HER DEVRİMCİ HAREKET, BÖLGE ÇALIŞMASINI ÖNÜNE
" OLMAZSA OLMAZ" KOŞUL OLARAK KOYMALIDIR
Devrimcilerin hangi durumda hangi mücadele biçimine başvuracağı veya hangi kesime hangi araçlarla gideceği önceden bir reçete ile tanımlanamaz.  Bu nedenle devrimcilerin gittikleri çalışma alanında halkla hangi bağları nasıl geliştirecekleri, çeşitli araştırmalar ve önbilgiler neticesinde açığa çıkar. Ama genel anlamda söylemek gerekirse; çalışma tarzı, devrim anlayışı ve örgütlenme tarzı ile doğrudan ilintilidir. Bir devrimci hareketin nasıl bir çalışma tarzı uygulayacağını belirleyen, ülkenin somut koşullarıdır. Ülkedeki mevcut ekonomik ve siyasal yapı, egemen sınıfların egemenliklerini sürdürmedeki tercihleri, ülkedeki devrimin niteliği ve aşaması, mücadelenin gelişim düzeyi, devrimci hareketin örgütlenme düzeyi gibi etmenler, çalışma tarzını etkiler.
Daha önceki çalışmalarımızda da belirttiğimiz gibi devrimciler için çalışma alanı halkın olduğu her yerdir. Tabii ki öncelikler vardır/olacaktır. Ne var ki mesele "işçi sınıfına gitmek sorunu çözmek için yeterlidir" kolaycılığına sığdırılamayacak bir ustalık gerektiriyor. Lenin'in de belirttiği gibi devrimciler, işçi sınıfına bilgi götürmek için de olsa, "nüfusun bütün sınıfları arasına gitmek zorundadırlar". Bu bağlamda akla, en geniş kitle çalışması içinde en dar kadro çalışmasıgelmelidir. İşte bunun alanlarından biri de mahalli bölgelerdir.
İnsanlar, zamanının bir kısmını işyerinde, okulda, vb. yerlerde geçirirken, önemli bir kısmını da oturdukları bölgelerde geçirir. Öyleyse devrimci mücadelenin örgütlenmesi, işyerlerinden veya okullardan ibaret olmamalı, insanın zamanının büyük bir kısmının geçtiği mahalli bölgelerde de yürütülmelidir.
Mahalli bölgelerde çalışmaların sürdürülmesi çeşitli nedenlerle önemlidir. Eğer insanların sadece birkaç saatinin değil bütün zamanının geçtiği bir bölgede örgütlenme yapılıyorsa, orada egemen sınıfların kullandığı bir başka aracı etkisiz hale getirme şansı doğar. Görsel ya da yazılı medya ile toplumun yukardan aşağı şekillendirilmek istendiği koşullarda devrimciler, hayatın her alanında farklı düşüncelerini söyleyebilmeli, alternatif geliştirebilmelidir. Egemen sınıfların muazzam bir araç zenginliği eşliğinde yürüttüğü manipülasyon çalışmalarının önüne geçmek, kafaları da fethetmeyi amaçlayan yayılma ve egemenlik çabalarını boşa çıkarmak her devrimcinin görevidir. İşte bu görev, her an bir ideolojik çatışma halinde olmayı ve yukarıdan empoze edilmek istenen her fikri olguyu deşifre ederek karşıtını üretebilmeyi gerektiriyor. Bu da insanlardan, onların yaşam mekânlarından uzak durarak başarılamaz. Halkın bir gün toplanma ziline karşılık vererek alanlara koşacak olması fikri/beklentisi de doğru değildir. Bugün adım adım da olsa, doğru hedefler etrafında alanlara taşınmayan kitleler, mücadeleden uzak duran insanlar giderek mücadele ve itiraz refleksini yitirir ve istemese de sistemin devamını sağlayan dinamiklerin bir parçası haline gelir. Çünkü devrimciler hangi nedenle olursa olsun beklerken, halkla arasındaki mesafeyi kapatma çabalarını ertelemişken, egemen sınıflar hiç boş durmamakta ve insanların psikolojisini, doğal eğilimlerini biçimlendiren (gerçekte çarpıklaştıran) bir çabayı, yukarıdan aşağıya sistemli biçimde yürütmektedir.

1 Kasım 2013 Cuma

TARTIŞMALI SORUNLAR Legal Parti ve Marksistler _ LENİN

I– 1908 YILI KARARI
“Pravda” ile “Luç” arasında yürüyen mücadele, birçok işçiye gereksiz ve pek anlaşılmaz görünüyor. Gazetenin çeşitli sayılarında tekil, bazen oldukça özel sorunlar üzerine polemik makalelerinin, mücadelenin esası ve içeriği hakkında tam bir fikir vermemesi doğaldır. İşçilerin haklı hoşnutsuzluğu da bundandır.
Halbuki, mücadelenin etrafında döndüğü Tasfiyecilik sorunu, şu anda işçi hareketinin en önemli ve en esaslı sorunlarından biridir. Bu sorunun girdisini çıktısını tanımadıkça, bu konuda kesin bir fikir edinmedikçe, sınıf bilinçli bir işçi olunamaz. Kendi partisinin kaderini bağımsızca belirlemek isteyen işçi, ilk bakışta tam anlaşılır olmasa da polemikten kaçamaz, aksine ciddiyetle gerçeği bulmaya çalışır; ve bulur da.
Ama gerçeği nasıl bulmalı? Birbiriyle çelişen görüş ve iddialar arasında insan yönünü nasıl bulmalı?
Aklı başında her insan, herhangi bir mesele hakkında hararetli bir mücadele olduğunda, gerçeği saptamak için, tartışan tarafların açıklamalarıyla asla yetinemeyeceğini, bilakis olguları ve belgeleri bizzat gözden geçirmek, tanık ifadelerinin mevcut olup olmadığını ve bu ifadelerin güvenilir olup olmadığını bizzat araştırmak zorunda olduğunu anlar.
Bunun her zaman kolay olmadığına kuşku yok. Bulduğunu, duyduğunu, hakkında en çok gürültü koparılanı ve benzeri şeyleri gerçek olarak kabul etmek çok daha “kolay”dır. Ancak bununla yetinen insanlara “düşüncesiz” ve hafif denir ve kimse onları ciddiye almaz. Belirli bir bağımsız çalışma olmadan hiçbir ciddi sorunda gerçek bulunamaz, ve bu çalışmadan kaçan kişi gerçeği bulma olanağını ken-di kendisinin elinden alır.
O nedenle yalnızca, bu çalışmadan kaçmayan, bağımsız incelemeye ve olguları, belgeleri ve tanık ifadelerini meydana çıkarmayakarar vermiş işçilere sesleniyoruz.
Her şeyden önce, Tasfiyeciliğin ne olduğu sorusu kendini dayatıyor. Bu sözcük nereden geliyor ve ne anlama geliyor?
“Luç”, Parti içinde Tasfiyeciliğin, yani Parti'yi feshetme, yok etme çabasının, Parti'den vazgeçmenin sadece kötü bir uyduruk olduğunu iddia ediyor. Bunu Bolşevik fraksiyoncular Menşeviklere karşı uydurmuşlar!
“Pravda”, tüm Parti'nin Tasfiyeciliği dört yıldan uzun süredir
mah-kûm ettiğini ve ona karşı mücadele ettiğini söylüyor.
Kim haklı? Gerçek burada nasıl bulunabilir?
Besbelli ki sadece bir tek yöntem var: Parti tarihinden, 1908’den, Tasfiyecilerin Parti'den kesin olarak ayrıldıkları 1912’ye dek son dört yıl içindeki* olguları ve belgeleri arayıp bulmak.
Şimdiki Tasfiyecilerin henüz Parti'de oldukları tam da bu dört yıl, Tasfiyecilik kavramının nereden kaynaklandığı ve nasıl ortaya çıktığı sorusunu sınamak için en önemli dönemdir.
Buradan ilk ve en önemli sonuç çıkıyor: Tasfiyecilikten söz eden ve bu arada Parti'nin 1908–11 dönemine ait olgu ve belgelerini atlayan kişiler, işçilerden gerçeği gizliyor demektir.
Peki bu Parti olguları ve belgeleri hangileridir?
Herşeyden önce, Aralık 1908’de alınan Parti kararıdır.* Eğer işçiler, masallar ve uyduruk öykülerle beslenen çocuk muamelesi görmek istemiyorlarsa, o zaman danışmanlarından, liderlerinden ya da temsilcilerinden, Aralık 1908’de Tasfiyecilik sorununa ilişkin bir Parti kararı alınıp alınmadığı ve bunun neden ibaret olduğu hakkında bilgi almalıdırlar.
Bu karar, Tasfiyeciliğin mahkûm edilmesini ve neden ibaret olduğunun bir açıklamasını içermektedir.
Tasfiyecilik, “bir bölüm partili aydının, mevcut Parti örgütünü tasfiye etme” (yani dağıtma, yok etme, ortadan kaldırma, lağvetme) “ve onun yerine ne pahasına olursa olsun legalite” (yani yasallık, “açıkta” var olma) “çerçevesi içinde şekilsiz birlikleri geçirme çabalarıdır — bu legalite, Parti programı, taktiği ve geleneğinin” (yani geçmiş deneyiminin) “açıkça terkedilmesi pahasına satın alınmış olsa da”.
Yani dört yıldan uzun süre önce Partinin Tasfiyecilik hakkında kararı buydu.
Bu karardan, Tasfiyeciliğin özünün neden ibaret olduğu, onun neden mahkûm edildiği açıkça görülmektedir. Özü, “yeraltı” örgütünden** vazgeçmekte, onu tasfiye etmekte, yerine ne pahasına olursa olsun yasallık çerçevesinde şekilsiz birlikleri geçirmekte yatar. Mantıklı olarak Parti, legal (yasal) çalışmayı, onun gerekliliğinin vurgulanmasını asla mahkûm etmez. Parti, eski Parti'nin yerine, Parti olarak tanımlanması mümkün olmayan şekilsiz, “açıkta varolan” birşeyin geçirilmesini mahkûm eder — ve kayıtsız şartsız mahkûm eder.
Parti, eğer varlığını savunmazsa, onu tasfiye edenlere, yok edenlere, tanımayanlara, onu reddedenlere karşı kayıtsız-şartsız mücadele etmezse varlığını sürdüremez. Bu kendiliğinden anlaşılır bir şeydir.