23 Ekim 2013 Çarşamba

Devrimci: Zamanımızın İyi İnsanı

“Kötü zamanlardır ki kötü adamlar / Haktan uzaklaşırlar da halka yakınlaşırlar.”
Böyle diyor, tasavvuf şairlerinden 1700’lü yılların tasavvuf şairlerinden biri... İlk bakışta, her şey tuhaf bir sözcük oyunuymuş gibi görünüyor belki ama 2000’li yıllara, hatta genel olarak son yirmi yıla şöyle bir derinden bakıldığında, Şairin tanrıdan-vicdandan uzaklaşıp sıradanlaşmak üzerine söyledikleri değişik bir yorumla anlaşılabilirmiş gibi görünüyor... “Hak”tan, doğruluk ve vicdan gibi kavramlardan uzaklaşıp halka “yakınlaşmak”, yani mevcut duruma, her gün yaşanan gerçekliğe teslim olmak, genel olarak “iyiliğin” maddi çıkarlar uğruna terk edilişi, epeydir zamanımızın günlük-alışılmış davranışları arasındadır.
Elbette, mülk-çıkar ilişkileri tarihinin bütünü ve özellikle de kapitalizm, bütün ulvi-yüksek düşünceleri silip süpüren, onların yerine somut insanın çıkarlarını koyan yapısıyla bu sızlanışın esas kaynağıdır. Özellikle kapitalizm, kendi doğası gereği günlük hayattan her türlü ahlaki-vicdani ilkeyi kovar ve kârın maksimize edilmesini hepsinin yerine koyar.
Ama yine de, özellikle Türkiye’nin yakın tarihine insan davranışlarının ölçütleri bakımından yaklaşıldığında kendine özgü dönemlerin varlığı görülür. Örneğin Cumhuriyet’in ilk dönemi belli bir “vatandaş” tipi ve insan ilişkileri biçimine kaynaklık etmiştir. Aynı şekilde 1946 sonrası gelen yeni süreç, toplumsal yapının genel alışkanlıkları, gelenekleri, vb. açısından gerçek bir sarsıntı olmuş, yeni-sömürgeleşme süreciyle birlikte hızla gelişen bağımlı kapitalizm her şeyi alt üst etmiştir. Ticari ilişkilerin en ücra köşelere dek uzanışı, çarpık bir sanayileşmenin yolunu açtığı yeni ilişkiler, son derece sağlıksız bir şekilde kentlere yığılan insanların değer yargılarının, ahlaki-insani ilişkilerinin değişimi, hatırlanacağı gibi gerçekçi Türk sinemasının da ilk ürünlerine yansımıştır. Köyden gelip hem fiziksel olarak hem de manevi ilişkileri bakımından dağılan aileler, çalışkan babalara isyan edip daha kolay paraların peşinde koşan oğullar, feodal ahlakın baskısından kurtulmak isterken kentin çarklarının içinde kaybolup giden genç kızlar, eski güzel günlerin ilişkilerini ve kalabalık sofralarını maddi çıkarlar dünyasının karşısında koruyamayan yaşlıların hüzünlü yüzleri... Özellikle Lütfü Akad’ın ünlü üçlemesinde bütün bunların hepsi vardır: Büyük bir alt üst oluş, büyük bir deformasyon ve eski ilişkilerin sona erişi...